Öncelikle dili ile zihnini kullanabilen memeli hayvan dizgesinde varlık bulan bir dişi (bu seçim benim değil, doğanın); idealist felsefeye göre, Esma-ül Hüsna kapsamında zikredilen Allah’ın 99 isminden birinin varlık bulmuş hali (hangisi olduğumu henüz bilebilmiş değilim), materyalist felsefeye göre, kimliğini ve geleceğini inşa etme sorumluluğunu yükümlenmiş olarak yeryuvarına “fırlatılmış” bir canlı (böyle bir sorumlulukla yükümlendiğime inanamıyorum).

İlki benim için Eşref-i Mahlûk, ikincisi insan tanımını uygun buluyor. Henüz her ikisi de olduğumu söyleyemem, olma gayreti içindeyim.

Ne düşündüğüme gelince, ben Ziya Paşa’nın izindeyim.

“Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde”;

yani kim olduğumu 70 yıldır oturduğum bu yeryuvarında canla başla yaptıklarım ve yine canla başla yapmadıklarım belirleyecek. Söze bakılmayacak.

Sanıyorum sahip olduklarımdan çok olmadıklarım anılmaya değer: örneğin kökümün Osmanlıya kadar uzanıp uzanmadığını bilmiyorum, soyağacı konusu ne ailemi ne beni ilgilendirdi. Bu şu demek, asker ya da yüksek bürokrat koruyucu bir gölge yok; annem babam, onların anne ve babaları, kardeşlerim yakın akrabalarım anılmaya değer şaşalı meslek ya da unvanlara sahip değillerdi; mason bir erkek yakınım yok; din ulemasına uzağım (yani bilmiyorum, önemli de değil), ilk ve orta öğretim sıradan devlet okullarında seyretti. Üni. için Ankara’ya geldim. Yaşamımda kolej, yabancı dil vs. kursları söz olarak bile belirmedi. Bütün ilk ve orta öğretim boyunca öğretmenlerim kitap okuma zevkinden söz etmediler, muhtemelen kendileri de bilmiyorlardı. Kısaca sıradan bir Anadolu şehrinde, ortalamanın üzerinde özellikleri olan bir anne babaya sahiptim. Ellerinden geleni yaptılar, ama çocuk büyütmekten pek haberli değillerdi. Özetle günümüzde bile milyonlarca çocuğun yaşadıklarını yaşayarak büyüdüm. Nasıl oldu bilemem, anne ile babanın en seçme özelliklerini almasını becermişim; bu yetmemiş Allah da hamuruma uygun gördüklerini eklemiş. Yani onlardan daha fazlayım; bu görünüyor.

Yaşamımda anmaya değer tek şey, üni. sonrası 22 yaşında taze ve deneyimsiz gençliğin tüm hamlığıyla içine doğduğum bu kültür havzasından köklerimin kopması ve yedi yıl için başka bir kültür havzasında uçlanarak yeniden köklenmesi. Bu nasıl oldu, nasıl yurt dışına çıkmayı ve Berlin’de Teknik Üniversite’de altı yıl kalmayı ve “magna cum lauda” tanımı ile Dr.-Ing. unvanını almayı başardım, bilmiyorum. Bunlar hayallerimde bile yoktu. İlk kültür havzasında filizlenmiş köklerin ne kadar güçlü olduğunu da, yakınlarımın anne baba olarak sıradan olmalarına karşın ne benzersiz özelliklere sahip insanlar olduklarını ve onlardan neleri genetik olarak devraldığımı ancak o sürede anlayabildim. Yaşamda ayırt edici olan nelere sahip olunduğundan çok, sahip olunanların nasıl kullanıldıklarıydı. İşte “laf”tan çok “iş”in önemi kendiliğinden ortaya çıkıyordu.

Sözün özü şudur: Şenel Ergin’in kim olduğunu bu sitenin okurları bilecek. Kendisi bilmiyor; hâlâ olmakla uğraşıyor. Ancak.. okur’un “bilmesi” de, kendi koşullarına paralel seyredeceğinden.. yani bitmiş bir şey yok. Olmak sürüyor, “iş” sürüyor.

Sevgi ile selâmlıyorum. ş.e.