Kişiyi en güzel gösteren aynalar, genelde kendi evinde asılı duranlardır. Aslında bu, aynanın asılı olduğu yüzey ile üzerine düşen ışığın yarattığı bir sonuçtur ama.. kendi güzelliğine bakarken kişi bunu düşünmez.
İnsanı en çirkin gösteren aynalar da asansörlerde bulunanlardır.. Çünkü asılı oldukları düşey alana inen ışık, açı ve yoğunluk olarak, kendine bakanı güzelleştiremez.
Aynalar, prizmalar gibi, koşullara bağlı olarak üzerlerine düşen ışığı farklı renk zenginliği içinde yansıtırken, ayrıntı zenginliğini kurarken, temelde yaptıkları şey, o kadar hızlı değişmeyen varlık dünyasının anlık gerçekliklerini yansıtmaktır. Koşulların yarattığı ortamlara bağlı olarak güzel görünen de, çirkin görünen de aynı kişidir. Aynalar da aynı aynalardır; asansörden alıp, kendi banyomuzun duvarına iliştirdiğimizde, yüzümüz güzelleşmeye başlar.
Kısaca ayna ne görünüm verirse versin, gerçekliğin o anki özel durumunu yansıtmaktadır. Eleştiri de aynaların yaptığını yapar; kişilerin görünümlerini sözel olarak yansıtır. Ancak fazlasını da yapmakta, sadece yöneldiği kişiyi değil, kaynaklandığı kişiyi de görünür kılmaktadır. Eleştiri iki yanı kesen bir bıçaktır. Ehliyetsiz elde, elin sahibine doğru da çalışabilir. Böylece, eleştirdiği metin üzerinden kişi kendi cehaletinin kompozisyonunu çok kolay yazabilir.
Ama.. aynaların değiştiği durumlar da vardır. Düzgün duruşunuzla karşısına geçersiniz, ayna bir hamlede duruşunuzu bozar. Sizin olan tanıdık yapıyı göremezsiniz. Aynanın bozulan yapısı, kişinin düzgün varlığını yanlış yansıtmaktadır. Sirk aynalarında bunu yaşarız. Eleştiride de benzer durumlar yaşanır. Etik kümeler, değer öbekleri dikkate alınmadan eleştirinin teknik boyuta indirgenerek kullanılması aynı etkiyi yaratacaktır. Metnin yazarı ile eleştiri sahibi, ayrı kulvarlarda birbirleri ile kuramadıkları iletişimin ortak öyküsünü yazmaya çalışırlar.
Denildiği gibi, eleştiri iki yanı keskin bir bıçaktır ve bu bıçak Türk Üniversitelerinde hemen hemen hiç kullanılmaz. Profesörler dahi bu enstrümanı ellerine almaktan kaçınırlar. Oysa yumurtasız omlet yapılamayacağı gibi bilim de eleştirisiz kurumlaşamaz. Eleştiril(e)meyen “bilimsel üretim” kişinin kişisel malı olmaya başlar ki, “o kişisel mal” da küresel kapsamlı bilim evreninde kendine yer bulamayacaktır. Sonuçta üniversitelerde ve giderek Türkiye’de orijinal bilimsel bilgi üretiminden söz edebilmek de olanaksız hâle gelir.
Ekim 1978 – Kasım 2012 arası Türkiye’de üniversitelerde öğretim – araştırma nedenleriyle kısa ya da uzun süreli birlikte çalıştığım öğretim üyelerinin nazarında varlığımı sevimsiz kılan ve kendilerini huzursuz eden şey, hiç vazgeçemediğim yazılı ya da sözlü eleştiri alışkanlığımdı. Bu bölümde, örnek olmasını dilediğim eleştiri yazılarımdan bazıları sunulacaktır.